Altı Nokta Körler Derneği Logo
Altı Nokta Körler Derneği Genel Merkezi

Türkiye'de Özürlü Olmak


TÜRKİYE’DE ÖZÜRLÜ OLMAK

 

  Özürlü hakları insan haklarının bir parçasıdır. Bu nedenle özürlü olmakla hiç kimsenin;

  İnsanca ve onurlu bir yaşam standardına ulaşma,

  Kendi tercihlerini kullanma,

  Kendine yeterli birey olarak yetişme ve toplumla kaynaşma,

  Bilgi kaynaklarına ulaşma ve kendini özgürce geliştirme,

  Bir meslek, bir iş sahibi olma,

  Ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel ve eğitsel alanlarda fırsat eşitliğine sahip olma,

  Erişilebilir bir çevrede yaşama,

 Kendi sorunlarının çözümüyle ilgili konularda söz ve karar sahibi olma hakkı engellenemez ve kısıtlanamaz.

Özürlülerin en büyük düşmanı stigma, yani damgalanmadır. Damgalanma toplumun sosyo-kültürel yapısından gelen önyargıların oluşturduğu olumsuz bir yaklaşımdır. Toplumun yapıştırdığı stigma sonucu; özürlü denince akla hasta, zavallı, çaresiz, muhtaç, yetersiz, asalak gibi olumsuz düşünceler gelir. Tarih boyunca özürlüler; her zaman insanlık dışı en kötü muamelelere uğrayan, ezilen, dışlanan, istismar edilen bir kesim olmuşlardır. Eğer özürlüler bazı hakların elde edildiği, bazı olanakların sağlanabildiği, yaşam koşullarında belli düzeyde iyileşmenin gerçekleştirilebildiği bugünlere ulaşabilmişlerse; bunun arkasında çok uzun yıllara dayanan çetin mücadeleler, büyük fedakârlıklar, ağır çileler, derin acılar vardır.

Özürlülerin taşlı, dikenli yollardan geçerek fiziksel ve sosyal devasa engelleri aşmaya çalışan temel mücadelesi diğer insanların sahip olduğu bütün fırsat ve olanaklardan eşit düzeyde yararlanmayı ve kendisini toplumun ayrılmaz bir parçası olarak kabul ettirmeyi başarmaya çalışan onurlu bir mücadeledir. İnsanların olumsuz tutum ve davranışları; önyargılı ve ayrımcı yaklaşımları Özürlüleri işsizlikten de, eğitimsizlikten de daha fazla etkilemektedir. Çünkü iş de bulsanız, eğitim de alsanız her zaman ve her yerde insanların bu olumsuz yaklaşımları karşınıza en büyük engel olarak çıkacaktır. Ayrımcılığın her türü temel insan haklarını tehdit eden, insan onurunu zedeleyen, en olumsuz, en çağ dışı yaklaşımlardan biridir. Ayrımcılıktan en fazla etkilenen kesimlerin başında özürlüler gelmektedir.

Bir okula, bir işe girerken, sokakta yürürken, arkadaş edinirken, aile kurarken, bankada, tapuda, noterde bir işlem yaptırırken ayrımcılık her yerde özürlülerin yakasına adeta bir kene gibi yapışmaktadır.

Ayrımcı ve önyargılı yaklaşım ve uygulamaları sona erdirme konusunda örgütlü mücadelenin her zaman en güçlü ve en etkili yollardan biri olduğu deneyimlerle ortaya çıkmıştır. Toplumda örgütlenme düzeyi zayıf, demokrasi bilinci yetersiz olan kesimler kendilerine sunulan sınırlı hizmetlerle sınırlı özgürlüklerle yetinmeye mahkûm olurlar. Ülkemizde toplumdaki genel örgütlülük oranı en iyimser tahminle %15’i geçmemektedir. Bu oran engelliler arasında ise %5’in altındadır.

Her alanda fırsat eşitliği, yaşanabilir engelsiz bir çevre, insanca ve onurlu bir yaşam gibi umut ve özlemlerini gerçekleştirmek isteyen özürlüler mutlaka yaygın ve güçlü bir örgütlenmeyi gerçekleştirmek zorundadırlar.

Bunu yeterince başaramadıkları sürece yanlış inanç ve değer yargılarıyla örülmüş, bireyi kendine ve topluma yabancılaştıran, damgalayıcı, soyutlayıcı anlayışların egemenliğini kıramayacaklar, başkalarının kendilerine biçtiği kalıpların içinde kalmaya mahkûm olacaklardır.

Örgütlü olmak güçlü olmak demektir. Örgütlü olmak kendi sorunlarının çözümüyle ilgili konularda söz ve karar sahibi olmak demektir. Örgütlenerek özgürleşmek, özgürleşerek kendi geleceğini belirlemek her özürlünün en temel hedefi olmalıdır. Örgütsüz toplumlar her şeye boyun eğen kaderine razı, suskun bireylerden oluşur.

Eğer bugün kentlerimizde yollar, kaldırımlar, kamuya açık yapılar, ulaşım hizmetleri yıllardan beri bir türlü uygun standartlara kavuşturulamamışsa bunun tek nedeni özürlülerin yeteri kadar güçlü bir örgütlenmeyi gerçekleştirip bu duruma baş kaldıran demokratik tepkilerini sonuç alıcı biçimde ortaya koyamayışlarındandır.

Eğer bugün özürlü bireyler bazı çıkar çevrelerince herkesin gözü önünde ticari bir meta gibi kullanılarak istismar ediliyorlarsa ve buna seyirci kalınıyorsa, eğer, ayrımcı ve önyargılı uygulamalar bir türlü sona erdirilemiyorsa, eğer özürlülerin yüzde sekseni işsizse, yüzde 36’sı okuryazar değilse, üniversite mezunu olanların oranı yüzde iki buçuğu geçemiyorsa ve bu çarkı tersine çevirmek zor gibi görünüyorsa bunun tek nedeni özürlülerin bilinçli, kolektif, demokratik örgütlü bir güce erişemeyişidir.

Özürlüler hiç kimseden bir imtiyaz istemiyor. Eşitlik temelinde başı dik, insanca ve onurlu bir yaşam istiyor. Her zaman ve her yerde önce özürlü olarak değil önce insan olarak görülmek istiyor.

Özürlülerin sorunlarına acıma duygusuna, sadaka anlayışına dayalı sadece bağış ve yardımlardan ibaret himayeci yaklaşımlarla asla kalıcı bir çözüm getirilemeyeceği bilinmelidir.

Kentlerimizde, köylerimizde yaşayan yoksul özürlüye, işsiz özürlüye, eğitimsiz özürlüye, evden dışarı çıkamayan, soyutlanan, dışlanan her bir özürlüye ulaşamayan, onun kendine yeterli, üretken, toplumla bütünleşebilen güçlü ve özgür birey haline gelmesine katkı sağlayamayan yaklaşımların sorunları çözmesinin mümkün olamayacağı artık anlaşılmalıdır.

Dünyada ve Türkiye’de görme özürlüler tarih boyunca örgütlü özürlü hareketinin her dönemde itici gücü olmuşlardır. Nitekim ülkemizde 1969 yılında ilk eylemli mücadele görme özürlü kesimin öncülüğünde Ankara’da başlatılmış, daha sonraki yıllarda Altı Nokta Körler Derneği öncülüğünde açlık grevleri, kitlesel mitingler, oturma ve işgal eylemleri, zorunlu ziyaretler, gibi biçimlerde sürdürülmüştür. Bu mücadele süreçlerinde en ön saflarda hep görme özürlüler yer almışlardır.

2002 tarihinde yapılan araştırmaya göre Türkiye’de görme özürlülerin oranı binde 6’dır. Yani ülkemizde 400 bin civarında görme özürlünün bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu araştırmaya tek gözü görmeyenler ve şaşılar da dâhildir. Kuşkusuz her araştırmanın belli oranda bir yanılma payı olabileceği de unutulmamalıdır.

Bu sonuçlara göre Türkiye’de özürlülerin oranı %12.29’dur. Yani, Türkiye’de yaklaşık 8,5 milyon özürlü yaşamaktadır. Bu sayıya ruhsal ve süregen hastalıklar da dâhildir. Bu noktada okuyucuların hasta ile özürlü arasında bir fark olup olmadığı konusunda kafa yormalarını istiyorum. Bir özürlü aynı zamanda hastamıdır? Ya da bir hasta aynı zamanda özürlümüdür? Hasta ile özürlüyü biri birinden ayıran bir çizgi olmalımıdır?

Türkiye’de ortopedik, zihinsel, görme ve işitme özürlü olarak bildiğimiz klasik özürlü tanımına giren grubun oranı yaklaşık yüzde 3’tür. Ruhsal ve süreğen hastalığı olan grubun oranı ise yüzde 9 civarındadır.

Özürlüler açısından Türkiye’nin dünü il bugününü kendi içinde karşılaştırdığımızda bazı alanlarda gelişmeler olduğunu inkâr edemeyiz. Ancak başta üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerle kıyaslama yaptığımızda ülkemizde özürlülerin yaşam standardının ve sahip olduğu olanakların çok yetersiz düzeyde kaldığı görülecektir.

Yasa ve yönetmeliklerde özürlülere çeşitli haklar sağlayan, hükümetlere, belediyelere, işverenlere, kurum ve kuruluşlara çeşitli sorumluluklar yükleyen düzenlemeler yer almaktaysa da, bugüne kadar uygulamadan beklenen sonuçlar elde edilememiştir. Bunun en büyük nedeni, yasalarda öngörülen koşulları yerine getirmeyen sorumlulara yönelik caydırıcı cezaların bulunmamasıdır. Cezai yaptırımlar sadece özürlü kontenjanını doldurmayan işverenler için mevcuttur. Oysa kentlerde özürlülerin yaşamını tehdit eden, birçok kamu hizmetlerinden yararlanmalarını sınırlayan fiziksel engelleri ortadan kaldırmayan ve belirlenen standartlara uymayan belediyeler için yasalarda hiçbir cezai yaptırım öngörülmemiştir. Tam tersine verilen sorumlulukların yerine getirilme süresi sürekli olarak uzatılmaktadır.

Ülkemizde görme, işitme, bedensel ve zihinsel özürlülerin, kronik hastaların, ruhsal ve nörolojik bozukluğu olan kişilerin sorunlarıyla ilgili sürdürülebilir, çağdaş ve bütünlüklü bir ulusal özürlü politikasının bulunduğunu söyleyemeyiz. Eğer böyle bir politika bulunmuş olsaydı. Bugün karşılaştığımız sorunlar bu düzeyde olmazdı.

Türkiye’de özürlü olmak, her gün, her alanda eşitsizlik ve ayrımcılıkla karşılaşmak işsizlik, eğitimsizlik ve yoksulluk cenderesinde sıkışıp kalmak, Dünyadaki teknolojik gelişmelerin ve olanakların birçoğundan yoksun olmak, ekonomik ve sosyal yaşama, siyaset ve yönetime katılma konusunda engellerle karşılaşmak, erişilebilir ve yaşanabilir bir çevreden yoksun olmak, sürekli başkalarına bağımlılığa mecbur bırakılmak, her alanda istismara uğramak demektir.

Özürlüler olarak hayal ettiğimiz hedeflere ulaşmak istiyorsak, yerel ve ulusal düzeyde birleşik ve demokratik bir güç, ortak bir ses olarak sağlıklı bir yapıda örgütlenmeliyiz. Kendi sorunlarımızın çözümü konusunda söz ve karar sahibi olmayı mutlaka başarmalıyız.

Sorunlarımıza doğru ve kalıcı çözümler getirilinceye kadar haklı taleplerimizi ısrarla ve kararlılıkla takip etmeliyiz. Beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır anlayışıyla hareket etmeliyiz.

 

Haberler


Geçmiş Olsun Türkiye

Detay

Çelenk fotoğtrafı, üzerinde altınokta körler derneği yazıyor

33. Olağan Genel kurul Sonucu

Detay

Mutlu yıllar yazan yeni yıl kutlama fotoğrafı

Mutlu Yıllar

Yeni yılınızı içtenlikle kutlar; sağlıklı, mutlu, başarılı ve sevgi dolu bir yıl yaşamanızı dileriz.

Detay

etkiniz ab propgramı afişi

Engelli Kadınların Hak İhlalleri Raporu

Detay

Çalışma Yaşamında Engelli Kadınlar ve Mobbing Çalıştayı

1950 yılında kurulmuş olan ve 33 ilde şubesi bulunan, Altı Nokta Körler Derneği bugüne kadar başta eğitim ve istihdam olmak üzere görme engellilere yönelik birçok sosyal ve kültürel projeyi hayata geçirmiş bir sivil toplum örgütüdür.

Detay

LC Waikiki’den Dünyada Bir İlk

LC Waikiki, Görme Engelli Bireyler İçin LCW Sense Uygulamasını Hayata Geçirdi

Detay