Ankara Körler Okulu 'Nun Kuruluşu Ve İlk Etkinlikleri
ANKARA KÖRLER OKULU 'NUN KURULUŞU VE İLK ETKİNLİKLERİ
Mithat Enç özürlü çocukların eğitimini Türkiye' de ilk kez gündeme getiren bilim adamıdır. Daha 1940'lı yıllardan başlayarak. yapmak istediği önemli işlerden biri de Ülkemize çağdaş anlamdaki körler okulunu kazandırmaktı.
1940'larda yaptığı bazı girişimleri olumlu sonuç vermedi. 1950’de, dönemin Milli Eğiıim Bakanı Tevfık İleri ile müsteşarını konuya inandırması ise Önemli bir adımdı. Zaman yitirmeden. UNESCO'nun körlerin eğitimi alanındaki uzmanı Sir Glutha Mackenzie'nin Ülkemize çağrılmasını sağladı.
Sir Glutha. Kasım 1950'de Türkiye'ye geldi Önce Ankara'da kısa bir inceleme yaptı. Ardından, Mithat Enç ile birlikte İzmir Sağır-Dilsiz ve Körler Kurumu'nu ziyaret etti.
Konuğumuz tümümüzü heyecanlandırmıştı. Kendisine, Stavrides hocanın mandolin orkestrasıyla kısa bir dinleti verdik. Ayrıca ben ve öğretmenim Madam Marta Amati bazı keman yapıtlarını çaldık. Öğleden sonra da makinelerle yazılmış olan kabartma kitaplarımızı, abecemizi ve almakta olduğumuz eğitimin öbür öğelerini inceledi. Abece üzerinde yaptığı değişiklik önerisi hemen uygulandı ve günümüze dek geçerliliğini korudu.
Ertesi gün Salih Hoca ile derse başlamıştık. Sınıfa Mithat Bey ile eşi geldiler.
Ankara'ya dönüyorlardı: bizimle vedalaşacaklardı. Mithat Bey Şöyle dedi: "Çocuklar; burada size öğretilen her şeyi öğrenin. Daha sonra güzel şeyler yapacağız."
Aylar geçti ve yaz dinlencesine başladık. Bir gün radyodan sevindirici bir haber duydum. TBMM'nde kabul edilen yasaya göre sağırlarla körlerin eğitimi Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’ndan alınmış. Milli Eğitim Bakanlığı'na aktarılmıştı. Her iki kümeye giren öğrenciler için ayrı ayrı okullar açılacaktı.
Eylül sonunda okula döndüğümde arkadaşlar, yakın zamanda Ankara'ya gideceğimizi muştuladılar. Bulunduğumuz okul "Sağırlar Okulu" olarak kalacak. Ankara'da bize özgü bir okul açılacaktı. Çok sevindik ve eğitim açısından bazı hazırlıklara başladık.
Müdürümüz: Dr. Şemsettin Yaşatan, bizi en kısa zamanda göndermek istiyordu.
Sonradan öğrendiğime göre Mithat Enç, bu işin biraz geciktirilmesini istemiş: fakat Şemsettin Bey onu dinlememiş. Sonunda, 21 Kasım 1951 sabahı İzmir'in Basmahane garından kalkan posta treniyle Ankara 'ya doğru yola çıktık. Başımızda, Salih Hoca ile Saadet adında" bir bakıcı abla vardı.
Gideceğimiz yer. Etimesgut İ1kokulu'ydu. Müdürümüz Mithat Enç'ti. Yeni okulumuzun adı, "Körler Okulu ve Yetiştirme Yurdu" idi.
Etimcsgut'ta trenden indik. Salih hoca bizi sıraya koydu. Kendisi öne geçti: Saadet abla ile az gören bazı arkadaşları aralarımıza serpiştirdi. Yürümeye başladık. Okul epey yakındaydı.
Mithat Enç'in "Bitmeyen Gece"sinde anlattığına göre gittiğimiz bina... Etimesgut Yatılı Bölge İlkokulu olarak yapılmıştır. Bir bölümünde "Etimesgut İlkokulu" eğitim yapmaktadır. Binanın yemekhane ve yatakhane bölümleri, bunlara bağlı odalar ve bodrum katı körler okuluna verilmiştir. Eski yatılı bölge okuluna değgin eşyaların saklandığı depo özel izinle açılmış, orada bulunan yataklar. Dolaplar ve daha başka eşyalar yeni okula verilmiştir.
Mithat Bey ile Öğretmenlerimiz Okulun önünde bizi karşıladılar. Kaloriferlerin yanmayışı başta gelmek üzere okulda birçok eksik vardı. Bu nedenle bir süre yemekhanede Öğretmenlerimizle vakit geçirdik. Sonunda sınıflarımıza yerleştik
Mithat Bey haftada üç gece okulda yatıyor; akşamları öğretmenlere kabartma yazı kursu veriyordu. Biz büyüklerden birkaç arkadaş, yemeklerimizi onunla, Emin Sağlamer ve Şemsettin Görenel Beylerle birlikte yiyorduk. Bu sırada müdür beyin söyleşilerini dinlemek büyük mutluluktu. Başka bir mutluluğumuz da okulu gezmeye gelen Gü1tekin Yazgan, Şahin Işıner ve Salih Tüzün gibi ağabeyleri tanımaktı.
Bu arada müdür beyin yazdığı konuşma bir akşam Ankara Radyosu'nda okunmuş, körler okulunun kuruluşu bütün yurda duyurulmuştu. Özel1ikle bu olaydan sonra okulumuza yeni öğrenciler gelmeye başladı. Geleceğin başarılı avukatlarından Olgun Uytun ile şu anda soyadını anımsayamadığım Fahrettin bunların arasındaydı.
Öte yandan İzmir'deki sınıf düzenimiz değişti. Oradaki eğitim süresi yedi yıldı. Buna karşılık yeni okul altı yılda bitirilecekti. Bu durumda altıncı sınıfla bulunan ben ve Ömer Özkan bir yıl erken mezun olacaktık. Yedinci sınıfda ise Atilla Sümer, Yılmaz Sürücü, Sadriye Öpöz, Şükran Kırıcı. Ayrıca lstanbul'dan, Süleyman Sırrı 'nın okulundan gelen Naci ile Doğan vardı. İsmail Akdeniz, Rahmetli Sadık Demirci. Yılmaz Özel ve bazı arkadaşlar bizden bir yıl sonra ilkokulu bitireceklerdi.
Atilla Sümer ile ben, yeni yıl dinlencesini evlerimizde geçirmek üzere izin almıştık.
Döndüğümüzde Stavrides hocanın İzmir'den okula çağrıldığını gördük. Yunan uyruklu olmasına karşın kendisine aylık vermenin yolu bulunmuştu. Hoca, bir yıl öncesinin mandolin orkestrasını ivedilikle etkinliğe geçirdi. Çünkü 15 Ocak 1952 günü okul resmen açılacaktı ve müdür bey, Sir Glutha'ya sunduğumuz izlenceyi bu tören için de istiyordu,
Dersiyere ara verildi ve biz, sabahtan akşama dek çalıştık. Hoca, zamandan kazanmak üzere nota yazdırmıyor; unutulan partileri çalgı kümelerine tek tek öğretiyordu. Piyanolar da akord ettirilmişti, Törenden iki gün önceki akşam. Yemekhanede son provayı yaptık. Müdür bey ile öğretmenler bizi hayranlıkla dinlediler.
15 Ocak günü heyecanımız doruk noktasındaydı. En seçkin konuklar okulu gezecekler: bizi dinleyeceklerdi. Sunduğumuz izlencenin akışı şöyleydi:
İstiklal Marşı:
Wolfgang Amadeus Mozart: Titus Üvertürü ve Türk Marşı:
Leo Delibes: Copelia balesinden seçmeler:
Josef Stavrides: Marş Oryantal,
İstiklal Marşı'ndan sonra müdür bey açılış konuşmasını yaptı: Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri de konuştu: ama biz o sırada sınıflarımıza girmiştik. Konuklar okulu gezdiler: derslerde uygulanan temel ilkeleri izlediler. Ardından salona döndük, Dinleti büyük ilgi çekmişti. Birçok konuk bizi kutladı ve ellerimizi sıktı.
Birkaç gün sonra dinletinin Ankara Radyosu'nda kaydını yaptık ve Çocuk Saati izlencesinde yayımlandı. Aynı gün Gazi Eğitim Enstitüsü’nde de çaldık.
Sonraki haftalarda okul hızla normale döndü. Öğretmenlerimiz iyi insanlardı. Sık sık dışa açılma çalışmaları yapılıyordu. Ayrıntıları burada sıralamam olanaksızdır: ama iki olay"dan ve onların mutlu sonuçlarından söz etmeden geçemeyeceğim:
Bir hafta sonu, Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde iki dinleti verdik. Öğrenci arkadaşlar bize okulu gezdirdiler. Gördüklerimi bu gün bile unutamıyorum. Traktörden basım makinesine, keman düosuna dek her şey vardı. Böylece köy çocukları, yerelden evrensele açılıyorlardı.
Öte yandan Milli Eğitim Bakanlığı Mart 1952'de, Mithat Bey'in çabalarıyla bir genelge yayımladı. Buna göre ilkokulu bitiren kör öğrenciler, ortaokulu ve liseyi olağan okullarda okuyabileceklerdi. Şükran Kıncı, Hüdaverdi Gaffaroğlu ve ben, bu genelgeden yararlanarak Ankara Devlet Konservatuarı’na başvurduk ve Eylül 1952'de yapılan giriş sınavını kazanarak oranın yatılı öğrencileri olduk.
1952–53 ders yılı başında okul Gazi Eğitim Enstitüsü'nün yanında bulunan Beden Eğitimi binasına taşındı ve bünyesinde bir ortaokul ile Orta-Sanat Okulu açıldı.
Arkadaşlarım Atilla Sümer ile Yılmaz Sürücü Ortaokul’un, Sadriye Öpöz, Ömer Özkan ve Naci de Orta –Sanat Okulu’nun ilk öğrencileri oldular.
Adlarını saydığım arkadaşların ilk ikisi, lise eğitimlerini hasanoğlan Öğretmen Okulu’nda yaparak Gazi Eğitim Enstitüsü’ne girdiler.
İsmail Akdeniz, Sadık Demirci ve Yılmaz Özel ise yandan Ankara Radyosu’nda çalıştılar;bir yandan da Ankara Erkek Öğretmen Okulu’nda ve Gazi Eğitim Enstitüsü’nde okudular.O yıllarda tümümüzün yüreği umutla doluydu.Türkiye körlerinin yaşamına büyük değişiklikler getirilmekte olduğuna inanıyorduk.Gerçekten de günümüzde ulaşılan düzeyi 1950’li yıllardaki ile bir tutmak olanaksızdır.Ne var ki, Ülkemizin sürekli değişimine koşul olarak körlerin yaşamında ortaya çıkan gereksinmelerin karşılanması bakımından “ela gözlü sabah’ın insana verdiği mutluluğa henüz ulaşabilmiş değiliz. Başka bir özlemimiz de son derece güzel konuşan ve yazan başarılı kör öğretmenlerin, avukatların, memurların daha da çoğalması, onların ulaştığı yüksek düzeyin bütün körler açısından geçerli olmasıdır. Körlerin eğitiminde gördüğümüz gerileme ise ürküntü vericidir.
“Altı Noktanın Sesi” dergisi okurlarının özeleştirisine sunduğum bu dört yazıyla Türkiye’deki körlerin 1952 öncesini sınırlı da olsa açıklamaya çalıştım. Büyük sevinç duyuyorum. Körleri yüreklendirmeyi amaçlayan yazılarını sonraki sayılarda da sürdüreceğim.